Lütfen telefonunuzu dik konuma getiriniz.

Faaliyetlerimiz

Merkezin Kuruluşu ve Gelişim Tarihi

Yüksek Öğretim Kurulu'nun onayı ile Sağlık Bilimleri Üniversitesi Rektörlüğü' ne bağlı olarak kurulmuştur (Resmi Gazete 21 Haziran 2021 Pazartesi sayı : 31518). Sağlık Bilimleri Üniversitesi Kişiselleştirilmiş Tıp ve İmmünoterapi Uygulama ve Araştırma Merkezi (SBÜ UAM)  Sayın Kurucu Rektörümüz Prof. Dr. Cevdet ERDÖL öncülüğünde, "Kişiselleştirilmiş tıp ve İmmünoterapi" alanında   ülkemizde üniversite bünyesinde kurulan ilk merkezdir.

Merkezin amacı; ilgili mevzuat hükümleri doğrultusunda multidisipliner yaklaşımla  üniversitenin kişiselleştirilmiş tıp araştırma ve uygulama alanında bilimsel araştırma faaliyetlerinin, eğitim faaliyetlerinin, üniversite-sanayi işbirliği hedefli ilaç uygulama ve araştırma faaliyetlerinin, kamu kurum ve kuruluşları ile özel sektörün kişiselleştirilmiş tıp hakkında ihtiyaç duyduğu eğitim, danışmanlık hizmetlerinin sunulması, çok odaklı faaliyetlerin yürütülmesi, üniversite bünyesinde konu ile ilgili lisansüstü eğitim ve Ar-Ge programlarına destek verilmesidir.

Kişiselleştirilmiş Tıp Nedir

Kişiselleştirilmiş tıp ya da diğer bir deyişle bireyselleştirilmiş tıp, hastalıkların tanı ve tedavisinde ve önlenmesinde bireyin sahip olduğu genler, bu genlerinin ekspresyonunda etki yapan epigenetik faktörler, bireyin yaşam tarzındaki çeşitliliği temel alan bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım, hekimlere ve araştırmacılara, belirli bir hastalık için hangi grup hastalarda veya bireyde ne tür tedavi ve önleme stratejisinin daha doğru olacağı konusunda bilgi vermektedir. Tıbbın birçok alanında uygulamalarına rastlansa da kişiselleştirilmiş tedaviler şu anki durumuyla artan ivmeyle onkoloji alanında ilerlemeye devam etmektedir.

Kişiselleştirilmiş tıp, genetik, epigenetik ve yaşam tarzı faktörlerine dayanarak hangi hastalar için hangi stratejinin etkili olacağını belirlemeye odaklanan, hastalığın önlenmesinde ve tedavisinde ortaya çıkan transformasyonel bir yaklaşımdır. Kişiselleştirilmiş tıp, kanser tedavisine özel bir yaklaşım sunan tedavi yaklaşımı olarak sadece hastalığı tedavi etmekle kalmayan; kişiye özel kansere yakalanma risklerini ortaya koyup önlem alınmasına yardımcı olan, tedavi seçeneklerini hastada en düşük yan etki oluşturacak şekilde birleştiren ve kansere tekrar yakalanma riskini tahmin etmeye ve bu riske karşı önlem almaya dayalı bir yaklaşımdır. Bir bireyin genom dizisi ve kendine özgü genetik tarihi kişiselleştirilmiş tıp açısından belirleyici faktörlerdir. Araştırmacılar, bireylerde oluşan tümör hücrelerinin genetik dizilimi ve DNA hakkında ne kadar fazla bilgiye sahip olursa, özellikle bireyin standart tedaviye yanıt alamadığı durumlarda, daha özel tedavi seçenekleri kişiselleştirilmiş tıp yaklaşımı sayesinde mevcut olabilir. Bunun yanında, kişiye özgü tedavi planlarının geliştirilmesi için, hekimler hastanın genetik yapısını, çevresel faktörlerin etkisini ve yaşam tarzlarını sorgulamalıdırlar.
Özetle, kişiselleştirilmiş tıp yaklaşımı, bireylerde hastalığın erken ve doğru teşhisi, yeni önleyici ve etkin tedavi seçenekleri ve bireye özgü sağlık komplikasyonlarını önleyici hedefli tedavi yöntemlerinin geliştirilmesine dayalıdır.

Kişiselleştirilmiş Tıbbın Önemi

Kişiselleştirilmiş tıp kavramı; kişinin genlerini, çevresini ve yaşam tarzını temel alan bireye özgü sağlık hizmetlerini içermektedir. Genetik alanında yeni gelişmeler ve sağlık bilgilerine erişim kolaylığı, kişiselleştirilmiş tıbbı kliniğe taşımada büyük bir fırsat yaratmıştır. Günümüzde insan genomunun dizisi, gelişen teknoloji ve biyoinformatik veri analizleri sayesinde bir iki gün içerisinde tamamen tespit edilebilmektedir. Bu gelişmeler ile, genom dizileme medikal uygulamalara dahil olmakta ve konvansiyonel tekniklerin yetersiz olduğu nadir hastalıkların tanısında da kullanılmaktadır. Aksaklıklara rağmen, birçok gen tedavisi onay almış ya da almak üzeredir. 

Kişiselleştirilmiş tıp, hasta verileri tarafından desteklenmektedir. Hastaların ve sağlıklı gönüllülerin sağlık kayıtları ve genetik kodları hayati önem taşımakta ve kendi sağlık hizmetlerine yön vermekle birlikte diğer kişilere de yardımcı olmaktadır. Kişiselleştirilmiş tıp merkezlerinde, genlerimizdeki varyasyonların sağlığımız üzerindeki etkileri araştırılmaktadır. Fiziksel özelliklerimizin ortaya çıkmasında etkili olduğu gibi, belirli genetik varyasyonlar bir hastalığa yakalanma olasılığımızı da etkilemektedirler. Bu varyasyonlar aynı zamanda ilaçlara ve tedaviye nasıl yanıt vereceğimizi de şekillendirmektedir.

Genlerin yanı sıra; iç ve dış çevre, beslenme ve yaşam biçiminin de sağlık üzerinde etkili olduğu bilinmektedir. Kişiselleştirilmiş tıp, bireyin iç ve dış çevresel faktörlerinin (epigenetik) genetik varyasyonlar ile etkileşimi sonucu sağlık üzerindeki etkilerini kapsamaktadır. Genetik varyasyonların sağlığa olan etkisinin araştırılması, kişiselleştirilmiş tıbbın yalnızca bir noktasıdır çünkü genlerin ifade seviyeleri yaşam boyunca ve çevre koşullarına bağlı olarak değişim gösterebilmektedir. Kişiselleştirilmiş tıbbın diğer yaklaşımları arasında protein, RNA ve metabolik ürün düzeylerinin ölçümü yer almaktadır. Sonuçta; genomik, proteomik, epigenomik ve metabolomik araştırmalarının birleşimi ile bireylerin medikal seçimleri yönlendirilmektedir.

Kişiselleştirilmiş tıp alanı, güncel kök hücre bilimi ile 3D printing teknolojilerini birleştirerek deri, damar ve kemik oluşturulmasında kullanmaktadır. Ek olarak, hastanın kendi immün hücrelerinin kanser ve diğer hastalıklara karşı atağa geçmesini sağlayacak mühendislik tekniklerini ve kişiye özgü beslenme programı tasarlama amaçlı algoritmaları da içermektedir.

Kişiselleştirilmiş tıp, tedavinin ötesinde erken tanı, önleme ve görüntülemeye yönelik yaklaşımları da kapsamaktadır; belirli bir hastalık için risk grubunda olan bireylerin belirlenmesine yönelik yöntemler, hangi tip hastada ne tür önleme stratejilerinin daha etkin olacağına ilişkin analitik araçlar, semptomlardan önce bir hastalığın erken belirteçlerini görüntüleme yöntemleri, bir hastalığın tedaviye farklı yanıt veren alt tiplerinin tanımlanmasını sağlayacak tanı yöntemleri, gelecek ebeveynler için taşıyıcılık durumunu belirleyen testler ve hastalığı yönetmeye ve sonrasında iyileşmeye rehberlik ve takip amaçlı cihazların geliştirilmesini amaçlamaktadır. Kişiselleştirilmiş tıp riskin erken dönemde belirlenmesi, ileri tarama imkânları ile erken tanı ve tedavi gibi avantajların ötesinde, daha etkin hedefe yönelik ilaçlar, sunmaktadır.

Kişiselleştirilmiş tıp Uygulamalarının Potansiyel Faydaları

Kişiselleştirilmiş tıp, sağlık uygulamalarının iyileştirilmesi ve geliştirilmesinde önemli bir yere sahiptir. Uzun dönem araştırma gerektiren süreç sonunda, yeni teknik ve yaklaşımların geliştirilmesi ile birçok faydası açığa çıkacaktır:

  • Medikal verilerin analizi ve paylaşımında kullanılacak yeni araçların geliştirilmesi,
  • Yenilikleri destekleyen ve aynı zamanda güvenli ve etkili olan; test, ilaç ve diğer teknolojilerin geliştirilmesi,
  • Herhangi bir hasta için ne tür bir tedavi yönteminin daha etkin olacağının saptanması,
  • Çeşitli hastalıkların altında yatan mekanizmaların anlaşılması,
  • Hastalıkların önlenmesi, hastalığın erken tanısı ve etkin tedavisi için geliştirilen yeni yaklaşımlar,
  • Hekimlere ve araştırmacılara erişim kolaylığı sağlayacak elektronik sağlık kayıtlarının hasta tedavisine entegre edilmesi.


Kişiselleştirilmiş Tıp ve Kanser (Hedefleyici Tedaviler ve İmmünoterapi)

Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre ölüm nedenleri sıralamasında kanser, kalp hastalıkları ile başa baş giden, yılda yaklaşık 10 milyon insanın ölümüne sebep olarak tüm ölümlerin %20’sini oluşturan en etkili hastalıklardan biri konumundadır. Dünya nüfusunun yarısından fazlasının, hayatının bir döneminde mutlaka kansere yakalandığı ifade edilmektedir ((WHO report on cancer, 2020). Dünya genelinde kanser kaynaklı tüm ölümler arasında %19.8’lik oran ile ilk sırada akciğer kanseri (1.8 milyon) yer almaktadır. Dünya’da en çok tanı konulan kanserler ise akciğer (%13,0), meme (%11,9) ve kolon (%9,7) kanseri olarak belirtilmiştir. Erkeklerde en sık görülen kanserler akciğer ve prostat iken, kadınlarda en sık görülen meme kanseridir. Kanser sıklığında görülen artış yanında kanser tedavisinde de belirgin gelişmeler olmakta ve son yıllarda kanserden iyileşme oranı giderek artmakta ve yaşam süresi uzamaktadır.

Kanser tedavisinde genel olarak cerrahi, radyoterapi ve kemoterapi uygulanmaktadır. Buna karşılık son yıllarda kanser tedavisinde hastaya ve tümöre spesifik kişiselleştirilmiş bir tedavi sunma şansı yakalanmaya başlanmıştır. Hedefe yönelik tedavilerin geliştirilmesi ve bu tedavilerden fayda görecek ve görmeyecek kişilerin seçiminde bazı biyobelirteçlerin (biyomarker) kullanımı ile son zamanlarda kanser tedavisinin kişiselleştirilmesi yönünde önemli adımlar atılmıştır. Doğal olarak tedavi seçiminde en önemli kriter hastalığın evresidir, çünkü prognoz temelde hastalığın evresi ile ilişkilidir. Ancak aynı evrede olmasına rağmen aynı kanser türü farklı bireylerde çok farklı seyredebilmektedir. Burada temel farklar tümörün moleküler özellikleri olabileceği gibi hastanın immün sistemi de olabilir. Bu amaçla tedavinin, hastalığın klinikopatolojik ve moleküler özelliklerine ve hatta ilacın hastanın metabolizması ve eliminasyonuna göre seçilmesi kişiselleştirilmiş tedaviler olarak isimlendirilmektedir. Yani kişiselleştirilmiş tedavi ile doğru ilacı, doğru dozda, doğru hastaya, doğru zamanda vermek hedeflenmektedir. Kişiselleştirilmiş tedavi, kanser tedavisinde yeni bir çığır açmıştır. Kişiselleştirilmiş tedavinin temelini biyobelirteçler oluşturmaktadır. Yeni biyobelirteçlerin geliştirilmesi, onların taşıdıkları klinik değerin anlaşılması, ne zaman nerede kullanılacağının tespiti uzun zaman almaktadır. En değerli biyobelirteçler, sağkalımı predikte eden, yüksek risk gruplarını belirleyen ve belirli bir tedaviden görülecek faydayı öngörenlerdir. Geleneksel kemoterapi veya radyoterapinin etki mekanizmasında vücutta kanser hücreleri dışında hızlı bölünme özelliğine sahip diğer hücreler de zarar görür ve bu durum tedaviye bağlı belli başlı yan etkilere sebep olur. Oysa hedefe yönelik tedaviler kanser hücresinde saptanan bir mutasyon veya genetik yolak üzerinden kanser hücresine spesifik etki gösterir. Son yıllarda gelişen tümör antijenlerine karşı monoklonal antikorların üretimi, imatinibin kronik myeloid lösemide kullanımı ile bu gelişmeler hız kazanmış ve insan genom projesinin açıklanması ile birçok tümörün gelişiminde rol alan önemli yolaklar keşfedilmiş ve bu moleküllerden sorumlu genlerin tespitiyle günümüzde hedef odaklı kişiselleştirilmiş tedaviler rutin klinik kullanımımıza girmiş bulunmaktadır.

Bu anlamda “kişiselleştirilmiş tıp” yeni tedavi standartlarını ve Ar-Ge faaliyetlerinin önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Ülkemizde özellikle kanser tedavisinde hedefleyici tedaviler ve immünoterapiler başarılı bir şekilde kullanılmaktadır.  Ancak, bu yeni tedavi yaklaşımları yüksek maliyetleri ile karşımızda duran en önemli sorundur ve her gün tedaviye yeni ilaçlar girerek maliyet giderek artan bir sorun olarak devam edecektir. 

İmmünoterapi Nedir?

Aynı zamanda biyolojik terapi adıyla da bilinen immünoterapi hastalık durumlarında vücudun bağışıklık sistemini harekete geçirmesi veya baskılaması şeklinde uygulanmakta olan etkin bir tedavi yöntemidir. Vücudun bağışıklık sistemi yanıtını vermeye başlaması ya da verdiği yanıtı güçlendirmesi için tasarlanan immünoterapiler, aktivasyon immünoterapileri olarak sınıflandırılırken; vücudun verdiği aşırı bağışıklık sistemi yanıtını azaltan veya baskılayan immünoterapiler ise baskılama immünoterapileri olarak sınıflandırılır. İmmünoterapi, bağışıklık sisteminin kanser hastalığına karşı savaşmasına yardımcı olan bir kanser tedavisi türüdür. Bağışıklık sistemi yani immün  sistem ise vücudunun enfeksiyonlarla ve diğer hastalıklarla savaşmasına yardımcı olan sistemin bütününe verilen genel bir isimdir. Bağışıklık sistemi akyuvar hücreleri ile lenf sistemini oluşturan organ ve dokuların genel bir ismidir.

İmmünoterapi Kansere Karşı Nasıl Etki Eder?

Bağışıklık sistemi normal işlevinin bir parçası olarak vücutta oluşan mutasyonlu hücreleri tespit edip yok eder ve bu sayede birçok kanserin büyümesini engeller veya yavaşlatır. Bağışıklık hücreleri bazı durumlarda tümör bölgesinin içinde ve çevresinde bulunabilir. Tümör infiltre eden ve lenfosit olarak adlandırılan bu hücreler, bağışıklık sisteminin tümöre yanıt verdiğinin bir göstergesidir. Normal şartlarda bağışıklık sistemi kanser büyümesini önleyebilir veya yavaşlatabilir ancak kanser hücrelerinin bağışıklık sistemi tarafından tahrip edilmelerini önleme yolları mevcuttur. Bu önleme yolları arasında kanserli hücrelerin kendilerini bağışıklık sistemi tarafından daha az görünür veya tanınır kılan genetik değişiklikleri olabilir, tümörlü hücre yüzeylerinde bağışıklık hücrelerinin bağlanmasını bloke eden reseptör proteinleri bulunabilir veya tümörün çevresindeki normal hücreleri değiştirerek bağışıklık sisteminin kanser hücrelerine verdiği tepkiye müdahale etmelerine yol açabilir. İmmünoterapi ise bağışıklık sisteminin kansere karşı daha etkin bir şekilde hareket etmesine yardımcı olmaktadır.

Kanser tedavisinde uygulanan İmmünoterapi yöntemleri

Oluşan kanser özelliğine bağlı olarak uygulanacak immünoterapi yöntemleri arasında bağışıklık kontrol noktası inhibitörleri, T-hücre transfer tedavisi, monoklonal antikorlar, kanser tedavi aşıları ve bağışıklık sistemi modülatörleri yer almaktadır.

1. Bağışıklık Kontrol Noktası İnhibitörleri

Bağışıklık kontrol noktası inhibitörleri bağışıklık kontrol noktalarını bloke eden ilaçlara verilen isimdir. Bağışıklık kontrol noktaları, bağışıklık sisteminin normal bir parçasıdır ve bağışıklık tepkilerinin gereğinden daha çok güçlü olmasını ve vücuda zarar vermesini engeller. Bağışıklık kontrol noktası inhibitörleri bunları bloke ederek bağışıklık hücrelerinin tümör oluşumuna karşı daha güçlü yanıt vermesini sağlar.

2. T-hücre transfer tedavisi

Modülatör hücre tedavisi, modülatör immünoterapi veya immün hücre tedavisi olarak da adlandırılan T-hücre transfer tedavisi T-Hücrelerinin kanserle doğal savaşma yeteneğini artıran bir tedavi türüdür. Bu tedavi sürecinde bireyin tümör dokusunda bulunan immün hücreleri alınır. Bireyde bulunan kanser türüne karşı en aktif olanlar, bu kanserli hücrelere karşı daha etkin bir şekilde karşı koymaları için seçilir veya değiştirilir. Daha sonra bu hücreler çok sayıda çoğaltılır ve bir iğne yardımı ile tekrar vücuda geri verilir. Günümüzde yaygın olarak kullanılan tümör infiltre eden lenfositler yani kısaca TİL tedavisi ve CAR T-hücresi tedavisi isimli iki ana tip T-hücresi transfer tedavisi vardır. Her iki tedavi türü de bireyin kendi bağışıklık hücrelerinin toplanmasını, laboratuvarda bu hücrelerden çok sayıda üretilmesini ve üretilen hücrelerin bir iğne aracılığıyla damardan bireye geri verilmesini içerir. 

Bu yaklaşımın arkasında yatan fikir, tümörün içinde veya yakınında bulunan lenfositlerin, tümör hücrelerini tanıma yeteneğini zaten geliştirmiş olmasıdır. Ancak bu lenfositlerin sayısı tümörlü hücrelerin çoğalmalarını etkileyecek kadar yeterli olmayabilir. Tümör hücrelerine karşı en iyi tepki veren lenfositleri çok sayıda vererek, immün sistemin daha fazla etkili olması sağlanabilmektedir.

Diğer taraftan CAR T-hücre tedavisi de TİL tedavisine benzer, ancak bireyin T-Hücreleri laboratuvarda çoğaltılıp bireye geri verilmeden önce CAR adı verilen bir protein türünü geliştirecek şekilde değiştirilir. CAR, yani kimerik antijen reseptörü proteinleri sayesinde T-Hücreleri kanser hücrelerinin yüzeyinde yer alan belirli proteinlere bağlanabilir ve bu sayede kanser hücrelerini tanıma ve bağlanma yetenekleri artar. 

T-Hücre Transfer Tedavisinin Yan Etkileri Nelerdir?

T-Hücre transfer tedavisi, tedavi gören bireylerde farklı şekillerde gözlemlenebilecek yan etkilere neden olabilir. Bireyde görülebilecek yan etkiler ile bireyin hissettikleri, bireyin tedaviden önce ne kadar sağlıklı olduğuna, kanser türüne, hangi aşamada olduğuna, aldığı T-Hücresi transfer tedavisinin türüne ve dozuna bağlı olacaktır. CAR T-Hücre tedavisi ise sitokin salınım sendromu olarak bilinen ciddi bir yan etkiye neden olabilir. Bu sendrom, transfer edilen T-Hücreleri veya yeni T-Hücrelerine yanıt veren diğer bağışıklık hücreleri tarafından kana büyük miktarda sitokin salınması sonucu ortaya çıkar. Sitokinler, vücutta birçok farklı işlevi olan bağışıklık maddeleridir. Sitokin düzeylerinde ani bir artış ateş, baş ağrısı, döküntü, düşük tansiyon, kalp atışında hızlanma, mide bulantısı ve solunum sorunları gibi durumlara yol açabilir. 

3. Monoklonal antikorlar

Aynı zamanda terapötik antikorlar olarak da adlandırılan monoklonal antikorlar laboratuvar ortamında oluşturulan ve kanser hücrelerinde bulunan belirli hedef proteinlere bağlanabilmek üzere tasarlanmış bağışıklık sistemi proteinlerine verilen isimlerdir. Bu şekilde elde edilen monoklonal antikorlar, kanser hücrelerini bağışıklık sistemi tarafından daha iyi görülmeleri ve yok edilmeleri için işaretler. 

4. Tedavi aşıları

Tedavi aşıları bireyin bağışıklık sisteminin kanser hücrelerine tepkisini artırarak kansere karşı daha etkin direnç göstermesini sağlar. Tedavi aşıları hastalığı önlemeye yardımcı olan aşı türlerinden farklıdır. 

İmmünoterapinin Yan Etkileri Nelerdir? 

Kanser tedavisinde kullanılan diğer terapiler gibi immünoterapi de çeşitli yan etkilere neden olabilmektedir. İmmünoterapinin neden olduğu yan etkilerin büyük bir çoğunluğu kansere karşı harekete geçecek şekilde yenilenen bağışıklık sisteminin aynı zamanda bireyin vücudundaki sağlıklı hücrelere ve dokulara da etki etmesi ile ortaya çıkar. Bireyde görülebilecek yan etkiler bireyin tedaviden önce ne kadar sağlıklı olduğuna, kanser türüne, kanserin hangi aşamada olduğuna, kullanılan immünoterapinin türüne ve dozuna bağlı olacaktır. Bazı yan etkiler tüm immünoterapi türlerinde yaygın olarak görülebilir. Örneğin enjeksiyon için iğne yapılan yerde ağrı, şişme, kızarıklık, kaşınma veya döküntü gibi deri reaksiyonları görülebilir. 

Bazı bireylerde ise immünoterapiye bağlı olarak ateş, baş ağrısı, baş dönmesi, düşük veya yüksek tansiyon, halsizlik, kas ya da eklem ağrıları, mide bulantısı veya kusma, nefes almada zorluk, üşüme ve yorgunluk gibi grip benzeri belirti ve semptomlar görülebilir. İmmünoterapi sürecinde görülebilecek diğer yan etkiler arasında vücudun sıvı tutmasından kaynaklı ödem ve kilo alımı, enfeksiyon riski, ishal, kalp çarpıntısı, organlarda iltihaplanma şeklinde görülebilir. 

İmmünoterapi Nasıl Uygulanır? 

İmmünoterapi uygulamaları intravenöz, oral, topikal veya intravezikal yöntemler şeklinde yapılabilmektedir. İntravenöz kullanım sürecinde immünoterapi ajanı bir iğne ile doğrudan bir damara enjekte edilir. Oral immünoterapi ise bireyin aldığı haplar veya kapsüller halindedir. Topikal immünoterapi ajanı ise bireyin cildine sürdüğü bir krem şeklindedir. Bu tip immünoterapi özellikle çok erken dönem cilt kanseri vakaları için kullanılabilir. İntravezikal immünoterapi ajanları ise doğrudan mesaneye uygulanır.

İmmünoterapinin Etkinliği Nasıl Anlaşılır? 

İmmünoterapi tedavisi sürecinde birey doktoru ile sık görüşmek durumundadır. Başta kan testleri olmak üzere çeşitli tıbbi test ve taramalar bireyin durumunu belirlemek için gerçekleştirilir.  Bu tarama ve testler, tümörün boyutunu ölçmede ve kan değerlerindeki değişiklikleri belirlemede yararlı olur. 

Bağışıklık Kontrol Noktası İnhibitörleri Kansere Karşı Nasıl Etki Eder? 

Bağışıklık kontrol noktaları bağışıklık sisteminin normal bir parçasıdır. Bağışıklık kontrol noktalarının rolü vücudun bağışıklık tepkisinin vücuttaki diğer sağlıklı hücreleri yok edecek kadar güçlü olmasını önlemektir. 

Bağışıklık kontrol noktaları, T-Hücreleri adı verilen bağışıklık hücrelerinin yüzeyinde yer alan ve bağışıklık kontrol noktası proteinleri olarak adlandırılan proteinler tarafından bazı tümör hücrelerinde bulunan ortak proteinleri tanıyıp, bunlara bağlandığında etkisini gösterir. Kontrol noktası ve ortak proteinler birbirine bağlandığında, T-Hücrelerine bir “kapanma” sinyali gönderir. Bu durum bağışıklık sisteminin kanseri yok etmesini önleyebilir. 

İmmün kontrol noktası inhibitörleri olarak adlandırılan immünoterapi ilaçları, kontrol noktası proteinlerinin ortak proteinlerine bağlanmasını engelleyerek çalışır. Bu, "kapanma" sinyalin gönderilmesini engeller ve böylece T-Hücreleri kanser hücrelerinin gelişimini engelleyebilir.
Bağışıklık kontrol noktası inhibitörleri, tedavi gören bireylerde farklı şekillerde gözlemlenebilecek yan etkilere neden olabilir. Bireyde görülebilecek yan etkiler ile bireyin hissettikleri, bireyin tedaviden önce ne kadar sağlıklı olduğuna, kanser türüne, hangi aşamada olduğuna, kullandığı bağışıklık kontrol noktası inhibitörünün türüne ve dozuna bağlı olacaktır. Bağışıklık kontrol noktası inhibitörlerinin en yaygın yan etkileri arasında döküntü, ishal ve yorgunluk yer almaktadır. Bağışıklık kontrol noktası inhibitörlerinin daha seyrek görülen bir yan etkisi ise yaygın enflamasyondur. Enflamasyon, yani İltihaplanma, bireyin etkilenen organına bağlı olarak farklı çeşitli belirtilere neden olabilir. Bunlar arasında derinin iltihaplandığı durumlarda deri renginde değişiklik, kızarıklık ve kaşıntı hissi görülebilir. Akciğer iltihaplanması öksürüğe ve göğüs ağrılarına neden olabilir. Kolon iltihaplanması ise karın ağrısı ve ishale neden olabilir. 

Amaç ve Hedeflerimiz

Misyon
“Kişiselleştirilmiş Tıp ve İmmünoterapi” alanında başta kanser olmak üzere çeşitli hastalıkların moleküler seviyede aydınlatılması, önlenmesi, tanı ve tedavinin ortaya konulması ve yürütülmesinde evrensel düzeyde katkıda bulunabilecek nitelikli bilgi ve çıktı üretmek, bu çalışmaları yapabilecek nitelikli araştırıcılara destek olmaktır. 

Vizyon
“Kişiselleştirilmiş Tıp ve İmmünoterapi” alanında nitelikli bilimsel üretimi ve nitelikli araştırmacıları ile saygın araştırma kuruluşlarından biri olmaktır.